Geçen hafta Veryansın TV'de İzmir Suikasti üzerine bir sohbet yapmış, Karabekir yanında dolaşan Rauf Bey portresini eksik bırakmıştım. Bu yazıda bu eksiği gidermeye çalışacağım.
* * *
Mütareke, Milli Mücadele ve erken cumhuriyetin söylem ve eylemleri arasında gezinirken, elbette Rauf Bey’i tanımadan geçemeyiz. Milli Mücadele’nin ilk beşleri arasında sayılan Rauf Bey, kurtuluş ve kuruluşun hem doğal aktörü, hem daha sonra çıkan anlaşmazlığın temel figürü sayılır. Milli Mücadelede Karabekir ve Cebesoy gibi askeri bir konumu bulunmasa da, Hamidiye şöhreti ve eski Bahriye Nazırlığı işe yaramış, yolculuk boyu bunu kullanmıştır. Mustafa Kemal ile Amasya’da başlayan yoldaşlığı ile ilk beşlere dahil olmuş, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde bulunmuş, o günlerden kendine önemli bir pozisyon yaratmıştır. Kongreler döneminde biraz ikinci adamlık rolleri oynamasına ve gönüllü fedakarlığına rağmen, Mustafa Kemal’in cesaret ve karizması yanında hep gölgede kalmıştır. Milli Şefin en yakınında bulunduğu günlerde bile iki arkadaş olarak gizliden gizliye birbirini kontrol etmişlerdir.
Rauf Bey, özellikle Sivas kongresinde Şefin etrafını çevirip O'nun liderliğini engellemek istemiş ama Mustafa Kemal buna fırsat vermemiştir. Sivas Kongresi ardından Amasya mülakatına katılmış, Şefle birlikte Ankara’ya gelmiştir. Son Osmanlı Meclisinde Felah-ı Vatan grubu ile Milli Hareket ve Mustafa Kemal’i temsil eder görünmüştür. Misak-ı Milli'de emeği vardır. İngilizlerin 16 Mart 1920 Meclis baskını öncesi gizlice Ankara'ya kaçması için Mustafa Kemal para ve haber göndermişken, bunu görmezden gelip Malta’ya gönüllü sürgüne çıkmıştır. Bunu yapmakla Milli Mücadelenin akıbeti belirsiz macerasından sıyrılıp, bu yükü Mustafa Kemal’in omuzlarına yıkmıştır. Bu nedenle TBMM’nin açılışında bulunmadı. Arkadaşının pazarlıkları sonucu Malta’dan kurtulup Ankara’ya döndüğünde, Mustafa Kemal mücadeleyi yarı yarıya kazanmış sayılırdı.
Rauf Bey Malta dönüşü itibarla karşılandı ve hemen Nafıa vekilliği verildi. Ancak onun gözü ikinci adamlıktaydı. Mustafa Kemal'e yakın olmaktan ziyade ikinci gruba yakın duruyordu. TBMM içindeki çekişmeleri ve 2.Grubu kullanarak Büyük Taarruz öncesinin en bunalımlı günlerinde, ikinci adam koltuğuna oturdu. Büyük Taarruz ve Lozan sürecinde Başvekil kendisiydi. İçinden geçirdiği Lozan'a delegasyon başkanı olarak Mondros'un lekesini silmekti. Ama Mustafa Kemal bu görevi ne kendisine ne Karabekir'e vermedi. Saltanat kaldırılırken Başvekil kendisiydi. Hemen söyleyebiliriz, saltanatın kaldırılmasını hilafetin kalması şartıyla "kerhen" destekledi.
Rauf Bey’in ilk Meclisteki en büyük çıkmazı, Büyük Şef’in politik zekasına yetersiz kalmasıydı. O’nun vesayeti ve gölgesinden kurtulamıyor, parlayan otoritesini önleyemiyordu. Mustafa Kemal'in TBMM reisliği ve Başkumandanlığı üzerine bir de Reisicumhurluk eklenince, Sarışın Paşa'nın Tek Adamlığı iyice pekişmişti. Lozan sürecinde İsmet Paşa ile Şef arasında ikili oynamıştı. İkinci adamlığın İsmet Paşa'ya geçeceğini anlayınca, istifa ederek kenara çekildi. O artık muhalifler safındaydı.
Muhalifler ve paşaların gönlünden geçen Mustafa Kemal’in Zafer sonrası siyaseti kendilerine bırakıp köşeye çekilmesiydi. Hem beklediler, hem açıkça da istediler... Emrine bir saray verilip baş köşede tutulacaktı. Hüseyin Avni'ye göre kendileri vatanın öz evladı, suyun ötesi Selanik'ten gelen adam üvey evlat sayılırdı. Onlara hak olan siyaset Selanikli için olmamalıydı. Yeni seçimlerde adaylığını önlemek için ihanet önergesi bile verdiler. Sarışın Paşa iyi biliyordu ki, etkisiz kılınınca hemen tepeleyeceklerdi. Bu oyunların hepsi Lozan süreci ve sonrasında sahnelenmişti. Mustafa Kemal bu oyunların bilincindeydi, satrancını ustaca oynuyor, tezgahı boşa çıkarmak için vezir ve şahı sona bırakıyordu...
Unutmamalı ki Rauf Bey’de Mondros Mütarekesinin gizli bir ezikliği vardı. Lozan’da bunu silme umudu doğmuşken, Mustafa Kemal İsmet Paşa’yı öne çıkardı. Hem Rauf'un hem Karabekir'in yıldızını parlatmak istemedi. Rauf Bey de Mustafa Kemal ile İsmet arasında sıkışıp kalmıştı. Lozan'ın gizli bilgilerini 2. Grupla paylaşarak ikili oynuyor, onları şımartıp süreci zora sokuyordu. Mustafa Kemal hakemlik rolünü İsmet Paşa’dan yana kullanınca Rauf Bey ipleri kopardı.
İsmet Paşa daha Lozan’da iken Rauf Bey, Gazi'nin yola kimlerle devam edeceğini sordu. Onun etrafını boşaltma tehdidi bile savurdu. Gazi 'ye göre dere geçilirken at değiştirilmez, nazın bu kadarı da çekilemezdi. Mustafa Kemal restini çekince Rauf Bey istifa etti, daha doğrusu istifa zorunda bırakıldı (4 Ağustos 1923). İkinci Meclis toplanırken ipler kopmuş demekti. Lozan’dan dönen İsmet’i karşılamamak için seçim bölgesi Sivas’a gitti. Kaybettiklerini zamanla anlayacaktı.
Kabul etmeli ki, Mustafa Kemal siyasetin tek oyun kurucusuydu, politikasını da Meclise dayanarak yürütüyordu. Lozan'ın kesinti görüşmelerinde II. grubun sergilediği gürültü ve şamatanın ardında Rauf Bey'in olduğunu biliyordu. Rauf Bey, Karabekir ve Ali Fuat Paşa ile üçlü trumvira olmuşlardı. Devlete verilecek şekil konuşulurken uyuşmazlık had safhadaydı. Bu pasif direnişin ardındaki en önemli etken saltanatın arka bahçesindeki Hilafet makamı olmalıydı.
Öyle noktaya gelinir ki, insanlar ne kadar konuşursa konuşsun anlaşamazlar. Rauf Bey etno kültürel diaspora kültürünün Zeki bir siyasetçisi olmasına rağmen, Mustafa Kemal'in politik zekası karşısında, İsmet ve Fevzi Paşalar gibi uyum sergileyemedi. Çolak Selahaddin, Karabekir ve İttihatçı şüreka tarafına geçmiş, Şefe ısınamamıştı. Mustafa Kemal de Rauf Bey'in ikiyüzlü siyasetine güvenmiyordu.
Büyük Şef eylül ekim 1923 sularında sürecin en krıtik noktasındaydı. TBMM içinde yaşanan pasif direnişe Cumhuriyetin ilanıyla cevap verecekti. Nasıl saltanat bir emrivaki ile kaldırılmışsa, Cumhuriyet de ani bir meydan okuma ile ilan edilecekti. Bu günlerin arefesinde Karabekir Trabzon’da Rauf İstanbul’da, Ali Fuat Paşa Haydarpaşa trenindeydi. Top seslerini uzaklardan duydular. Tarihin Doğurduğu Adam, Cumhuriyeti onların yokluğunda ilan edecekti. Ne var ki, Mustafa Kemal bu trumviranın yokluğunu fırsat bilmemiş, onlar bu kokuyu alarak kendileri uzaklaşmışlardı. Yoldaşların Cumhuriyetin ilanını engelleme imkanı kalmamış, İttihatçı şüreka ve hilafetçilerle aynı paralele düşmüşlerdi.
Çankaya karşısında küskünler trumvirası oluşturan Rauf Bey, Cumhuriyet hayırlı olsun bile diyemedi. Aleyhine demeç verdi. Mecliste yaşanan öfkeli bir cumhuriyet hesaplaşması ve kısa bir nekahet dönemi ardından da yollarını tamamen ayırdı. 1925 yılında devrimler ilerliyor, otorite yoğunlaşıyor, kendisi çaresizliğe sürükleniyordu. Sanki basiretleri bağlanmış, beklemedikleri bir anda Trikopis gibi Gazi Paşa'ya esir düşmüşlerdi. Muhalif kafaların anlamadığı gerçek şuydu: Cumhuriyetin ilanından sonra hilafetli teokrasiye bir daha asla geri dönülemezdi.
Rauf Bey ve Karabekir en sonunda Esad Efendinin Mübadiller Önergesini fırsat bilerek, bedelini ağır ödeyecekleri bir hesaplaşmaya girdiler (1924). Bunun ardından Cumhuriyetin altını oymak için Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile demokrasi oyunu oynadılar. Hukuken ve fiilen partileri dağılmış İttihatçı şürekadan yardım beklediler. TCF'nın ismini onlar koymuş, proğramını bile onlar yapmışlardı. İstanbul’daki Cavid Bey, Kara Kemal ve Hüseyin Cahit Cumhuriyeti karikatürize ediyor, hilafetin ihyası isteniyordu. Mustafa Kemal ise sıfırdan başlıyormuş gibi devrim üstüne devrim yapıyordu. Şirke bulaşmış Hilafet kaldırılmış, kimsenin aklına gelmeyen Şapka devrimi çıkmıştı. Medrese öğretisi Anadolu’da gösterilere başlamış, eski yoldaşlar bilinç tutulmasının derin kuyusuna dalmışlardı. İstiklal Mahkemesi Takrir-i Sükun Kanunu ile Şeyh Sait İsyanı gibi Şapka gösterilerine de ağır bedeller ödetmişti.
Ne kadar sıkıntılı geçerse geçsin süreç Mustafa Kemal lehine işliyordu. Madem Çankaya’daki Adam’ın bileği bükülemiyor, yükselişi engellenemiyordu, fakat öldürülemez biri de değildi. Ne İttihatçı geleneğimiz bundan azade, ne Yakup Cemil gibi fedailerimiz eksikti. Proje İstanbul’daki İttihatçı Şükrü Bey'den, fedailik de Ziya Hurşit’den gelecekti. Rauf Bey ise perde arkası kulislerin içinde dolaşıyordu.
Suikast planının kokusu gelmeye başlamıştı. Rauf Bey Meclisten 45 gün izin alarak, tedavi görüntüsüyle Viyana’ya uzaklaştı, güya olayın dışında görünecekti. Fedailer de İzmir yoluna düşmüştü. İzmir suikasti ortaya çıktığında, (15 Haziran 1926) Rauf Bey Halide Edip ve Dr. Adnan’ın yanında Viyana’da idi. Gözleri gazete haberlerindeydi.
Rauf Bey suikastten habersiz miydi? Asla. Bu müjdeyi de Manisa mebusu Abidin Bey vermiş, kulağına kar suyunu zaten kaçırmıştı. Arkaplanı yakından izleyenler bilir ki, sırdaş olamamış eski yoldaşların hepsi suikastten haberli idiler, “bana değmeyen yılan bin yaşasın” diye köşeye çekilmişlerdi. İstiyor ve bekliyorlardı.
Sarışın Paşa'ya gelince pusuya düşmeyecek kadar uyanıktı. Ne de olsa İttihatçı gelenektendi. Çıktığı seyahatte bile uyanık geziyor, İttihatçı tezgahı gizliden gizliye izletiyordu. Cafer Tayyar Paşa suikastten beş gün önce bir günlüğüne Ankara'ya gelmiş, Karabekir'le görüşüp yatmadan geri dönmüştü. Acaba neden?
Sarışın Paşa pusuya düşürülemedi. Gerçek failler de köşeye çekilen yoldaşlar da İstiklal Mahkemesine çıkarıldı. Yargılamada ilginç sahneler yaşandı. Ziya Hurşid ve ağabeyi Faik Günday tüm bilinmeyenleri İzmir'de mahkemeye açıklamışlardı 19 idamlı bu davadan Paşalar beraat ettirildiler, ama duruşmalara gelmeyen Rauf Bey gıyabında on yıla mahkum edildi. Böylece kendinin ve paşaların siyasal hayatına ahlaki bir sorumluluk yüklenmiş, iyi bir siyasi terbiyeden geçirilmiş oluyorlardı...
Karabekir menkubiyet yıllarını Erenköy köşkünde eski dostlarıyla geçirirken, Rauf Bey dokuz yılını Londra, Paris, Mısır diyarında geçirmiş, Hindistan’da kaplan avına bile çıkmıştı. Aftan yaralanıp ÜVEY vatanına döndüğünde, Ankara başka Ankara, Türkiye başka Türkiye olmuş, Reisicumhur İsmet Paşa'nın mürüvvet siyaseti ona da kucak açmıştı.
Tarihe yüz sene sonrasından ve arka plandan habersiz bakanlar bilmeliler ki, Milli Mücadelede hizmeti geçen sivil-asker herkese saygı duymak dürüstlük borcudur. Bu nokta tarihe düşürülen gölgenin vicdani bir yönüdür. Tam bizim gibi, tam bize göre, tam içimizden birileri olan yoldaşların rollerini doğru anlayıp, gerçek bağlamına oturtmak da bir görevdir. Yoldaş aktörlerin sadece kendi yazdıklarını ve dedikoduları değil, tüm verileri gözden geçirmek bizim için namus borcudur. Daha önemlisi, söylenemeyenleri ve yazılamayanları, tarafların eylem ve söylemlerini, psikolojik ruh burkuntularını olaylarla badaşlaştırmak gerekir.
Şu nokta Milli Mücadele ve erken Cumhuriyetin bir gerçekliğidir. Eski yoldaşlar ve muhaliflerin karşısındaki Mustafa Kemal'in oyun kurucu zekası uygarlığa şaşı bakanları hep şoka sokmuştur. Tarih denilen siyaset arenasında görürüz ki, insanlık tarihine yön veren düşünsel ve felsefi derinliklerin, mitler ve mitolojilerin zamanla netleşeceği bilinse de, her zaman umulan gerçekleşmiyordu. Cemaatten Cemiyete ulaşamamış, saltanattan milli devlete evrilememiş 600 yıllık patrimonyalizmin küflü kök paradigmaları modern bilincin uzağındaydı. Osmanlı devlet değil imparatorluk, millet değil ümmet, toplum değil cemaatti. Böylesi toplumsal bir yapının değişmesi için ya 600 yıl daha beklenecek, ya da Japon imparatoru MEİJİ kadar cesur ve radikal olunacaktı. Mustafa Kemal ikinci yolu seçmişti.
HÜKÜM: Kurucu ve inşaacı rollere soyunan veya bunlara reddiye çeken zihinsel aktörlerin kimlik ve kişilikleri, fiil ve eylemleri, düşünce ve ideolojileri yorumlanırken, neyin içinde ne yapıldığını veya neyin yapılamadığını anlamlandırabilmek kolay olmasa gerekir. Ucuz polemikler ve komplo teorileri de buna çare değildir. Jakobenlik özelliği nedeniyle cumhuriyet modernizmi de sanıldığı kadar arızasız işlememiştir. Gelinen noktada söylenecek şu ki, Rauf Orbay isimli tarihsel öznemiz de, yaşanan süreçlerin etno-kültürel diaspora referanslarından arınabilmiş, cumhuriyet vatandaşlığını hazmedebilmiş değildi. Onun için anahtar cümlemiz şudur:
Sarayın nimetleriyle büyüyen paşa çocuğu Rauf Bey ile, hayatının her adımını kendi iradesiyle atan yetim bir çocuğun dünya görüşleri elbet aynı olamazdı. Çünkü bu adam anasının değil tarihin kucağına doğmuştu. Anadolu’yu öz değil üvey vatan gören Rauf Bey'in etno-kültürel diaspora bilinci ve “seçilmiş travması”, Tarihin Doğurduğu Adam'ın kurduğu ulus-devletin eşitlikçi cumhuriyet yurttaşlığı ve uluslaşmasına ısınamadı. Bundan dolayı da yoldaş oldu ama bir türlü sırdaş olamadı. Tıpkı günümüzdeki Taha Akyol cinsi etno kültürel tosuncukları gibi...
▪︎ OSK /20 Aralık 2022
Facebook Yorum
Yorum Yazın