İstanbul
DOLAR27.3861
EURO29.0664
ALTIN1627.6
Osman Selim Kocahanoğlu

Osman Selim Kocahanoğlu

Mail: [email protected]

MÜŞİR İZZET PAŞA, MUSTAFA KEMAL VE BİLECİK MÜLAKATI

Literatürde yazılır ve bilinir ki Osmanlı devleti Sultan Vahdeddin ve iki paşanın kucağında ölmüştür. Birisi şu kokup bulaşmaz Tevfik Paşa diğeri de Ahmet İzzet Paşa. İkisi de son devir Osmanlı sadrazamı. Şimdi sizlere yüzde yüz gerçek vesaike dayalı bir İzzet Paşa portresi sunalım. Bu hikayemizde İzzet Paşa'nın geniş hayat hikayesi içinde, sadece Mustafa Kemal ile yaptığı Bilecik Mülakatı /görüşmesi üzerinden tanıyalım.

Damat Ferid’in beşinci hükumeti kuvayı milliye ve TBMM karşısında başarısız olunca, İngilizler Vahdeddin’den Anadolu ile anlaşacak yeni bir hükumet kurulmasını istediler. Damat Ferid 17 Ekimde istifa ettirilerek yerine Tevfik Paşa hükumeti kuruldu (21 Ekim 1920). Bu hükumette Dahiliye Nezaretine İzzet Paşa getirildi. İşgalci devletlerin İstanbul'daki Komiserleri Sevr Andlaşmasının uygulanabilmesi için Ankara tarafından onaylanmasını istiyordu. Bunun yolu da elbette Ankara'daki TBMM hükumeti ile anlaşmaktan geçiyordu.

Ne var ki İstanbul hükumetinin İzmit'ten öteye etkisi ve sözü geçmiyordu. TBMM ve Mustafa Kemal’in buna ikna edilmesi için en uygun kişi İzzet Paşa görünüyordu. Sevr'in yolunu Mondros Mütarekesi ile açan oydu. Milli Mücadele paşalarının hepsinin de eski komutanıydı. Garp Cephesi Komutanı İsmet Bey’in de Yemen’den tanıdığı ve velinimeti sayılırdı.

İngiliz diplomasisi Sevr konusunda biraz yumuşamış, bazı şartlarının hafifletileceğini bildirmişti. Diğer yandan Mustafa Kemal’in Malta’ya sürülenler karşılığında Anadolu’da gözaltına aldırdığı 28 İngiliz subayını da ancak İzzet Paşa kurtarabilirdi.

Ankara’ya gidecek heyetin başında Dahiliye Nazırı İzzet Paşa olacak, yanında Ziraat Nazırı H. Kazım Kadri, Bahriye Nazırı Salih Paşa ve Rasathane Müdürü Fatin Hoca bulunacaktı. Mustafa Kemal’i ikna konusunda İzzet Paşa’ya büyük umut bağlanmıştı. İzzet Paşa Çanakkale’de Mustafa Kemal’in yanında bulunan Çopur’ Neşet Bey’i temaslarda bulunmak için öncelikle Ankara’ya gönderdi. İstanbul’a dönen Neşet Bey’in getirdiği bilgiler hükumette görüşüldü. İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold İzzet Paşa yola çıkmadan onunla görüşerek Anadolu’daki İngiliz subaylarının bir listesini vermişti. Bunların başında Erzurum'da gözaltında tutulan Rawlinson vardı.

TBMM reisi Mustafa Kemal, İzzet Paşa heyetini Bilecik istasyonunda bir manga askerle karşıladı (5 Aralık 1920). Yanına aldığı kişiler şunlardı: Kazım Paşa (Özalp), İsmet Paşa, Celal Bey, Hakkı Behiç, Muhiddin Baha ve Kılıç Ali Bey.... İzzet Paşa heyetiyle selamlaşırken Mustafa Kemal kendini TBMM reisi olarak tanıtmış, efendim ben kiminle görüşüyorum, heyetininiz hangi sıfatla buraya geldi diye sormuştu.

İzzet Paşa, sanki bir düşman heyetiyle tanışıyormuş gibi kendi arkadaşlarını tanıtmaya başladı. Mustafa Kemal, “İstanbul’da kendine hükumet süsü veren bir heyeti tanımadığını” söyleyince İzzet Paşa afallamıştı. Mustafa Kemal’in yüzünde eski silah arkadaşlığının emaresi okunmuyordu. Selamlaşma ve tanışma faslının başında ayaküstü söylenen bu sözler iki tarafı da germişti.

Heyette bulunan H.Kazım Kadri’ye göre, İstanbul heyeti kendi arasında ne konuşulacağını önceden tesbit etmemişti. İzzet Paşa Sarışın Paşa karşısında gayet gururlu ve kendini daha havalı ve üstün görüyordu. Konuşmasına şöyle başlamıştı:

“... İsterseniz bizim vasıtamızla, isterseniz kendinizce İngilizlerle sulh yapma zamanı gelmiştir!.. İngilizler Romanya ordusunu Samsun’a çıkararak ricat hatlarını kesebilir. O zaman vaziyet daha fena olabilir!..”

Tehdit kokan bu nezaketsiz cümlenin ardından, Sultan Vahdeddin'e boyun eğilmesini ve İtilaf devletleriyle konuşulmasını tavsiye ediyordu. Daha açıkçası Lloyd George’un Doğuda kaybettiği itibarını yeniden kazandırmak istiyordu. Mustafa Kemal bunun karşılığını hemen verdi: “...Avrupalılar isterse bütün ordularını getirsinler, Ararat dağlarına kadar çekilip kendimizi savunabiliriz. İngilizler tarafından aldatılan sizler bu safdillik ve dedikodulara aldanarak buralara kadar boşuna geldiniz..”

Sarışın Paşa şöyle devam etti: “...Bizce İstanbul hükumeti yoktur. Sizinle resmi sıfatlı kişiler olarak değil özel mahiyette görüşüyorum. İngilizler barış istiyorlarsa bizi arayıp bulurlar…” Mustafa Kemal'in bu çıkışı karşısında İzzet Paşa şaşkına dönmüş gibiydi. Tıpkı Mondros’ta Amiral Calthorpe karşısında acze düşen Rauf Bey’in pozisyonuna düşmüştü.

İzzet Paşa, Mustafa Kemal'den duyduğu “Safdillik ve İngilizlerce iğfal edildikleri” ithamını duyunca şoka girmişti... Gerginliği yumuşatmak için Ziraat Nazırı Hüseyin Kazım Kadri devreye girdi: “... Anadolu’dan hububat gönderilmediğinden İstanbul’da yaşanan iaşe kıtlığından” söz etti. Bununla kalmayıp biraz da saray aleyhine konuştu. Bahriye Nazırı Salih Paşa da “Anadolu’da vergilerin toplanamadığından, toplananların İstanbul’a aktarılmadığından” yakındı.

Görüşmenin insicamı ve ahengi bozulmuştu. Mustafa Kemal'in bunlara cevap vermesi zor olmadı. Senaryonun daha ilginç tarafı ise Sarışın Paşa’dan umduğu yakınlığı göremeyen İzzet Paşa’nın içine düştüğü durumdu. Otoritesi yerle bir olmuştu keşke bu durumlara düşmeseydi.

5 Aralık 1920 kış gününün kuru ayazında Bilecik istasyonuna Mustafa Kemal ahbap çavuş sohbeti yapmaya, Şark cephesinin anılarını tazelemeye gelmemişti. İzzet Paşa’nın ne yaveri ekremliği, ne eski sadrazamlığı, ne şimdiki kariyeri O’nu etkilemiyordu. TBMM Reisi ve Milli Mücadele lideri olarak yüksekten konuşuyordu. Yüzler gerilip sözler titremeye, istasyon binasına sessizlik dolmaya başlamıştı.

Bu ortamda hiç umulmaz refleks gene Mustafa Kemal’den geldi. ".. Beyler bu konular böyle ayaküstü konuşulamaz, devamını Ankara’da görüşelim" dedi. Bu bir emri vaki idi. İzzet Paşa’nın buna verilecek cevabı yoktu. Odunla çalışan Ankara treni istasyonda bekliyordu. Kesilen görüşme en çok Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya yaradı. İzzet Paşa’nın yanında getirdiği otomobillerden biri Garp Cephesinin demirbaşına geçirildi. İsmet Paşa bir makam aracına kavuşmuş oldu.

Sevr Andlaşmasının kabul ettirilmesi için Ankara’yı yumuşatmaya, biraz da kendini göstermek için Bilecik’e geldiği anlaşılan İzzet Paşa’ya Ankara yolu gösterildi. Zoraki bir yolculuğa benzese de misafir dağ başında ağırlanacak değildi. Heyetler biraz kırgın ve öfkeli olarak Ankara’ya geldiler. İsmet Paşa kendi vagonunu Yemen’deki eski komutanına vermişti. Ankara garında karşılayıcılar arasında Hamdullah Suphi de vardı. İzzet Paşa’yı görünce boynuna sarılmış “ Vahdeddin’in manevi varlığını senin yüzüne aksetmiş görüyorum...” diyordu.

Mustafa Kemal'in amacı, İzzet Paşa’nın Ankara’ya iltihak ettiğini göstermekti. Halide Edip’i çağırıp Hakimiyet-i Milliye'ye dikkatli bir haber yazmasını istedi: “...İzzet Paşa İngilizlerin şerrinden kaçıp milletin kucağına sığındı” haberi geçilecekti. Gerçeği yansıtmayan bu haber İzzet Paşa’nın gururunu zedelemişti. Mustafa Kemal’in bu yaptıkları, ne savaş hilesine ne barış yemeğine benziyordu. İzzet Paşa’nın iltihak ettiği duyurulursa, yeni kurulmaya başlayan ordunun ve halkın morali yükselebilirdi. İzzet Paşa’dan beklenen de böylesi bir politika cilvesine razı olmasıydı.

TBMM hükumeti 26 Ocak 1921 tarihli bir kararname yayınlayarak heyet üyelerine 3 Aralıktan geçerli olmak üzere maaş bağlamayı kararlaştırdı. Münir Bey ile Fatin Efendiler Hariciye ve Maarif Vekaletinde görevlendirildiler. İzzet Paşa için Ankara'nın temsilcisi olarak Londra Konferansına katılma teklifi bile yapıldı. Ne var ki gururu çizilen İzzet Paşa bunları kabul edemezdi. Dr. Adnan Bey onun için Toygarzade Naşid Bey’in büyücek bir evini hazırlatmış, ardından gönül alma ziyaretleri başlamıştı.

İzzet Paşa bir anda Ankara'nın itibarlı misafiri olmuştu. İlk uğradığı yer Halide Edip’in o daracık eviydi. İstanbul’dan çıkarken Pera Palas’tan bisküviler, çikolatalar, kolonyalar aldırtmış, ancak Bilecik’te ikram fırsatı bulamamıştı. Şimdi Halide Edip’e ikram edebilirdi.

Kabul etmek gerekir ki İzzet Paşa İstanbul’dan sadece çikolata getirmemişti, omuzundan göğsüne kadar ünvan ve madalyalarla süslü elbisesi içinde, kibir ve megalomanisini de getirmişti. Halide Edip anılarında İzzet Paşa için güzel bir profil çizecektir:

“… Uzun boylu son derece itina ile giyinen bu adamın benim dar merdivenimden çıkarken üzüldüğünü biliyorum. İzzet Paşa ve diğerleri sükun ve gururla benim küçük odamın alçak kapısından girerken, iki kat olduktan sonra, içlerinden bana karşı merhameti de uyanmış gibiydi: “Vah zavallı Hanımefendi, ah zavallı hanımefendi” diye teselli ediyordu. Seslerindeki bu acıma hissi bana biraz fena geldi. Çünkü benim Anadolu hareketine katılışım, kutsal bir amaç için ateşte yanmaya razı olanların zihniyetiydi. İçinde bulunduğumuz tehlike ve zahmetler acınacak değil, şeref verecek vaziyetti. Fakat hislerimi belli etmedim: Bana acımayınız Paşa, bu hayatı kendim seçtim, dedim…"

Ankara’nın çamurlu sokaklarına alışamayan İzzet Paşa, Halide Edip için acınacak bir bir roman figürüydü. Her türlü ikram yapılıyor, ziyafet üstüne ziyafetler çekiliyor, Yemen’den tanıdığı Yarbay Nazım ve Salih Beyler besili atlarını İzzet Paşa’nın emrine veriyordu. Sağlık Vekili Dr. Adnan Bey ve Hamdullah Suphi, İzzet Paşa'yı boş bırakmıyor, ama hiçbiri gururunu tamir edemiyordu.

Bu arada İzzet Paşa'ya en çok üzülenlerin başında Yemen’den tanıştıkları Miralay İsmet geliyordu. İsmet şimdi Batı Cephesi kumandanı olmuş, eski komutanına kendi yerini bile teklif ediyordu. Ara sıra “Garp cephesinde emrinize girmeye hazırım!” diye pusulalar gönderiyordu.

Eski Yemen Kuvve-i Seferiye Kumandanı, eski ordu kumandanı ve Genelkurmay başkanı İzzet Paşa böylesi boş tekliflere kanacak kadar saf değildi. Üzerinde halen Vahdeddin'in yaver-i ekremliği bile vardı. Gayet inatçı bir Arnavut damarı vardı. Ona göre Ankara’da toplananlar “eşkiya çırpınışındaki bolşevik maceracılardan” başkası değildi.

Müşir İzzet Paşa bir defacık olsun TBMM’ne girip, bunlar Mecliste ne konuşuyor, hangi davanın peşindeler diye sormak aklına bile gelmedi. Çizilmiş itibarını iki kişi telafi etmeye çalışıyordu. Biri Paris kesimli çarşafıyla Ankara'nın Hanım Paşası, diğeri İslamcı şairimiz Mehmed Akif... Akif’le eskiye inen etno-kültürel yakınlık ve dostlukları vardı. Akif ona, Hafız Divanından “Kenan ilinde kaybolan Yusuf” kıssasını okuyor, ancak bunlar İzzet Paşa'nın melankolisini artırmaktan başka işe yaramıyordu:

- “..Sakın gam yeme Yusuf, kaybolan kimse yine gelir Kenan iline, gene gülistan olur her yer...”

İzzet Paşa bunlarla avunadursun, bir dostuna daha rastlamıştı. Kalp hastalığı nedeniyle Malta zindanından erken bırakılan eski Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi. Rodos - Antalya- Burdur üzerinden o günlerde Ankara’ya gelmişti (14 Şubat 1921). Sokaklar diz boyu çamur ortalık kış mevsimiydi. İzzet Paşa Ürgüplü’nün ev ziyaretine gitti. Yirmi günlük kendi sadaretinde Adliye Nazırı idi. Dostlukları kadim sayılırdı. Hayri efendi de ertesi günü İzzet Paşa’ya iade-i ziyarette bulundu. İzzet Paşa aynı gece tekrar Hayri Efendi’nin evine geldi. Ankara’da tutulmasından dolayı üzüntüsünü bildiriyor, serbest bırakılması için Mustafa Kemal’e aracı olsun istiyordu...

Eski Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi’ye herkes saygı gösteriyor, hatta Mustafa Kemal ona görev vermeyi bile düşünüyordu. Ancak Hayri efendi siyasetten usanmıştı. Memleketi Nevşehir'e çekilmek istiyordu. Hayri Efendi ile Mustafa Kemal, Şeriyye Vekili Konyalı Vehbi Efendi’nin evinde bir görüşme yaptılar. Hayri Efendi, ertesi gün Mustafa Kemal’i makamında ziyarete gelerek İzzet Paşa’nın serbest bırakılması için ricada bulundu. O da hatırını kıramayıp söz verdi...

Gelelim İstanbul'a. Resmi bir heyetin başında Ankara’ya gönderildiği, üstelik haftalar geçtiği halde İzzet Paşa’dan ses seda çıkmayınca, Saray ve Sadrazam Tevfik Paşa telaşa kapılmışlardı. Tevfik Paşa’nın Ankara’ya çekilmiş bir şifresini de görürüz (20 Aralık 1920). Kısaltıp sadeleştirelim:

“… Ayrılışınızdan onyedi gün geçtiği halde, ancak onaltıncı günü bir telgrafınızı aldık. Bu habersizlik pek çok dedikodulara sebebiyet vermekte, vaziyeti hariciyemiz hızlı hareket ettirmeyi gerektirmektedir… Anadolu ahvalinden habersiz kalmak teşebbüslerimize engel olacağı malumunuzdur. Dönüş zamanının ve hasıl olan neticenin bildirilmesi ve dönüşünüz gecikecekse bunun da şifahen açıklanması rica olunur...”

İzzet Paşa Ankara’da bu durumda iken İtilaf devletleri de Londra’da bir göz boyama konferansı düzenlemişti. İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold Tevfik Paşa’yı ziyaret ederek İzzet Paşa’dan haber bekliyor, o da bir türlü cevap veremiyordu. İki aydır memurlara maaş veremediğinden, Londra’da Rumbold’un babasını tanıdığından söz ediyordu. Tevfik Paşa’nın Londra görüşmeleri öncesi dört gözle haber bekleyen telgrafını İzzet Paşa ancak bir ay sonra cevaplayabildi (30 Ocak 1921). Göz hapsindeyim, Bolşevik eşkiyası beni tuzağa düşürdü, onların elinde esirim diyemiyordu. Ne Ankara’ya şirin görünebiliyor, ne yapılanları sindirebiliyordu.

Mustafa Kemal, Hayri Efendinin ricalarını dikkate alarak İzzet Paşa'nın serbest bırakılması kararlaştırıldı. Ancak İstanbul’a gidince Dahiliye Nazırlığı görevinden istifa edecekti. İzzet Paşa Ankara’da İsmet Paşa ile de üç kez görüştü. Son görüşmesinde İsmet’in ağzından çıkanlar çok dokunmuştu. Miralay İsmet, “...eğer İstanbul’a gidince istifa etmezseniz kepazelik çıkarırız” gibisinden tehditler savurmuştu.

İzzet Paşa heyeti sonunda 7 Mart 1921 günü Ankara’dan ayrıldılar. Ne Ankara’da ne yol boyunda uğurlayan olmadı. Onun için Ankara, milli iradenin merkezi değil, memalik-i şahanenin envanterine kayıtlı bir malvarlığı idi. Yüreğinin bir köşesinde de Kuva-yı Milliye ruhu barınmıyordu. Bu kadar eziklik ardından, öfkesi İnebolu yolunda gene kabardı, kan beynine sıçradı. Hüseyin Kazım Kadri’nin yazdığına bakılırsa, ağzından çıkanı kulağı duymuyor, bağrındaki hançeri çıkaramıyordu:

“ … Vatanı bu eşkiyadan kurtarmak bizim için en mukaddes vazifedir. İşte bunu temin edecek kuvvetin en önünde ben bulunacağım!.”

İzzet Paşa Ankara'dan bu duygularla ayrılıyordu. İstanbul'a dönünce sözünü tutup görevinden istifa etti, ancak daha sonra sözünden dönerek saltanatın sonuna kadar Hariciye Nazırı kaldı. Türk ordusu dokuz eylülde İzmir'e girince Hariciye Köşkünden Gazi'nin zaferini nefret hissiyle seyrediyordu. Osmanlı saltanatı iki kişinin kucağında can verdi dememiz işte bundandır. Sadrazam Tevfik Paşa ve Hariciye Nazırı İzzet Paşa...

Milli Mücadele ve Mustafa Kemal kimdir, kimler hangi rollere soyunmuştur, vatanseverliğin ölçüsü nedir sorusunu, tarih şimdi önümüze daha iyi seriyor. Nutuk denilen politika galerisinde Mustafa Kemal, Osmanlı siyaset arenasının değişik portrelerini gündeme getirirken, en ağır eleştiriyi adını vermeden işte bu Osmanlı müşirine yapacaktır:

“ ... Aziz milletim başının üstüne çıkardığın böylesi adamların kanındaki ve vicdanındaki cevher-i asliyi tahlil etmeyi asla unutmayınız...”

Bir siyasetçinin kanı ve vicdanındaki asli cevheri sorgulamak ideolojik derinliği olan bir tarihselliktir. Saltanat kaldırıldığında devletin çöküşünü Hariciye Köşkünden seyreden İzzet Paşa, kurucu kadronun ötelenmiş bir siyasetçisi idi. Oğlu Süheyl Furgaç tarafından yayınlanan iki ciltlik anıları okununca, aslına uygun düşmeyen notlar konulduğu anlaşılır. Bunun üzerine bir de doktora yapılmıştır.

Osmanlı saltanatında önemli görevler yapan İzzet Paşa'nın hikayesi buraya sığmaz. Benim şu anki ofisim de onun eski konağı yerine yapılan bir kamu binasına bakıyor. Sözü burada keselim. Küçük oğlu Haydar Furgaç üniversitede hocamızdı. İlk ÖSS sistemini getiren bilim adamıydı. Dersini dinlerken kimin oğlu olduğunu bilemezdik. Hocamıza rahmetler dileyelim...

OSK / 7 Aralık 2020

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar