"... Her gün partisizliğin sıkıntısını yaşıyorduk. SK ile TİP genel merkezine gittik.
Genel Başkan BB ile konuştuk.
Partinin herkesi kucaklaması için yaptığımız öneriye sert yanıt verdi.12 Martçı MDD artıklarıyla işimiz olmaz, diye ağır da konuştu.
Saygısızlık yapmadan hanfendinin yanından ayrıldık.
Mithatpaşa'dan SK ile bizlerin parti kurmasından başka çare kalmadığı merkezli ve DG'lerin ardı ardına başlayan eylemleri, verdiğimiz destekler üzerine konuşarak yürüdük.
SK, bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete, diyor, mavra yapıyorduk.
Ablamın evine geldik. Çay içtik. SK ablama, kardeşime hatır sordu. Ablamın çocuklarıyla şakalaştı. Evden geç saatte ayrıldı.
Demek ki sıkıyönetimin ilan edildiği, sokağa çıkma yasağı başladığından önceki 12 Mart'tan sonraki günlerdi.
Gecekondu bilindiği için eylemlerden sonra kardeşim S da ablamda kalıyordu.
O gün DG'ler silahlı bir eylem daha yapmış, Ankara emniyeti de onlarla ilişkisi olduğunu tahmin ettikleri kişileri toplamaya başlamıştı.
Gece evin zili çaldı. Her zamanki gibi, evde fazla yatak olmadığından, üstümle ve çıkarmadığım ayakkabılarla silahımı da koltuğun altına kimseye göstermeden sokarak kestiriyordum.
Ablam kapıyı açar açmaz, içeri önde Ankara Emniyet Müdürü, tipini İzmir'den bildiğim Tarzan Mustafa elinde revolver ile daldı. Arkasında da üç dört polis, onlar da tabancalarıyla her tarafı kontrol etmeye başladılar.
Tarzan Mustafa o denli heyecanlıydı ki, daha iki yaşında olan yeğenim Ö'ün çocuk yorganını silahını uzunca namlu ucuyla bir yana atıp baktı.
Polisler iki oda bir salon olan evin insanın sığacağı her yerini süratle ve elleri silahlarının tetiğinden ayrılmadan aradı.
Tarzan, Atila artık işler çok ciddileşti, Deniz nereye gitti, deyince durumu anladım. Bunların derdi bizle değildi.
Susarak kendisine bakınca, kafasıyla diğerlerine işaret yaptı. Kendisi silahını beline takıp çıkarken, kalan polisler silahlarını kılıfına koyup, bana bizimle geleceksin, dediler.
Dışarıda yağmur olduğu için vestiyerden pardesüyü aldım. Giydim, fakat elimi cebine sokunca fitilli lokumu farkettim. Hemen üstümden çıkarıp kardeşimin üzerine fırlatıp pardesümü giyme demedim mi, diyerek kızarak attım, polislerle çıktım.
Polis arabasında konuşmadım. Polislerse yorum yapıyordu. Baskını haber alıp DG'leri başka yere göndermiştik. Demek ki, birisi ablamın evine girişimizi görüp SK'ı D sanıp, aranmakta olan D'in benimle eve geldiği haberini bunlara uçurmuştu. Polisler Merkezde bülbül olur, diyorlar, bize kurşun sıkanın ne olduğunu göstereceklerini söylüyorlardı.
İki polis eşliğinde Emniyet Müdürü Tarzan Mustafa'nın yanına getirildim. Oldukça zaman geçmişti, sakin bir şekilde D'in nereye gittiğini sordu.
Yolda evden çıkanın SK olduğunu söyleyip söylememekte kararsızdım. Fakat Tarzan'ın rahatlamış halini görünce, sorarsa söylemeye karar verdim.
Tarzan, Bize kurşun sıkıyorlar, banka soyuyorlar, nereye gittiler, sizin evden nereye gittiler, diye ısrarla sordu.
Sakince evden çıkanın SK olduğunu, onun senin gibi boyu uzun olduğu için DG'ye benzettiklerini söyledim.
Telefonla birileriyle konuştu. Doğru Vali beyle konuştum. Biraz evvel evine gelmiş, dedi. Eylemleri sordu. Ben de bu eylemleri ne D'ler ne de bizim devrimci arkadaşlarımız yapıyor, tümü provakasyon, birileri yapıyor, bizlerin üzerine atıyorlar, dedim.
Saat gecenin ikisi olmuştu. Polis arabasıyla ablamın evine bırakıldım.
Beni aldıkları saatlerde bir çok ekip DG'lerin yakın arkadaşı ve Ankara'da eylem önderi bildikleri kişileri toplamış.
Her birinin ifadelerini almış. Bunlar DG'lerle ilgili öyle bilgiler ve suçlamalar yapmışlar ki, bunu DG'ler ile sıkıyönetim sürecindeki, yargılamalar başladıktan sonraki karşılaşmalarımızda anlamıştım.
Tarzan Mustafa'yı da bundan 9 yıl sonra İzmir, Ankara'dan sonra, Mersin'de yürüyüş alanında uzaktan gördüm. Üç kişilik düzenleme komitesinde olduğum DİSK'in Mersin 1 Mayıs'ında fraksıyon mensuplarının bizim emniyete bildirdiğimiz afişlerden farklı bir afişi taşımalarına ekibiyle müdahele ediyordu."
Facebook Yorum
Yorum Yazın